Tehlikeli yanından hiç bahsetmiyorum bile. Yol kenarlarındaki sis farları iyi ki varlardı ama yine de tam olarak yeterli oldukları söylenemez. Arabadayken 2 metre öteyi göremiyorduk en son. Neyse ki sonra arkamızdan gelen arabayla buluşmak için bir köftecide durduk, dağın tam tepesindeyiz ama. Sobalı, sıcak, şirin bir köfteci burası ama ne yazık ki adını hatırlayamıyorum. Diğer arabayı ve köfteleri beklerken mekanın arka bahçesini dolaşmak istedim; böylesi bir sisle daha karşılaşmam çok zor çünkü biliyorum. Aşağıda fotoğrafları görünce bana hak vereceksiniz eminim...
Bolu dağı yolculuğumuz bitince, Akçakoca sahilde de vakit geçirdik biraz. Huzurlu, dingin, serin... Denizi özlemişim. Bizden çıplak ayak sahilde yürüyenler, ayaklarını suya sokanlar oldu ama ben aynı işlemi çizmelerimle yapmayı tercih ettim.
Uzun yolculukları bu yüzden seviyorum belki de, dağ bildiğimiz dağ, deniz bildiğimiz deniz. Onları her gördüğümüzde farklı bir yüzlerini gösteriyorlar çünkü bize. Bir bakıyoruz hüzünlü, bir bakıyoruz sinirli... Arada bir eski bir ahbaba hal hatır sormak gibi galiba benim için uzun yol yolculukları. Çok sık değil ama manalı...
Trençkot: Polo Garage
Çizme: Hunter
T-shirt: Zara
Şal: Benetton
Kot: Levi's
Çizme: Hunter
İnstagram hesabımı görüntülemek için tıklayın.